admin 22.04.2025 - 14:48
8 okunmaBir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, saç yerine akıl taşıyan, gönlü sevgiyle dolu bir delikanlı yaşarmış. Bu delikanlının adı Keloğlan’mış. Annesiyle birlikte bir dağın yamacında, mütevazı bir kulübede yaşarmış. Günlerini çalışarak, annesine yardım ederek ve zaman zaman yıldızlara bakarak hayal kurarak geçirirmiş.
Table of Contents
ToggleBir gün köyün ileri gelenlerinden biri, köy meydanında yüksekçe bir taşın üstüne çıkmış ve halkı toplamış. “Ey köylüler,” demiş, “uzak diyarlardaki Zümrütler Vadisi’ne musibet inmiş. Vadiyi koruyan üç sihirli nesne kaybolmuş: Gören Göz Aynası, Duyan Kalp Taşı ve Konuşan Rüzgâr Tüyü. Bu üç nesne olmadan vadide ne çiçek açıyor ne de kuş ötüyor.”
Vadinin yaşlı koruyucusu, “Bu nesneleri ancak temiz kalpli biri bulabilir,” demiş. Cesaretli olan birkaç genç yola çıkmayı teklif etmiş ama kimse “Temiz kalpliyim,” diyememiş.
Keloğlan ise öne çıkıp başını eğmiş: “Ben ne güçlü ne zenginim, ama kalbimi temiz tutmaya gayret ederim. Eğer izin verirseniz, ben aramaya talibim.”
Keloğlan annesinin hazırladığı çörekleri heybesine koymuş, seccadesini sırtına bağlamış ve yola koyulmuş. Önce ormanları, sonra ırmakları geçmiş. Her geçtiği yerde yaşlılara yardım etmiş, hayvanlara su vermiş, selam vermeyi ihmal etmemiş.
Bir sabah, sisler içindeki eski bir köprüye ulaşmış. Köprünün başında taş bir heykel duruyormuş. Heykelin üzerinde şu yazı varmış: “Doğru yolu görmek istiyorsan aynaya değil, niyetine bak.”
Keloğlan düşünmüş. “Demek ki Gören Göz Aynası burada bir yerlerde.” O sırada küçük bir kuş gelip Keloğlan’ın omzuna konmuş.
“Ey yolcu,” demiş kuş, “ne ararsın?”
Keloğlan kuşa her şeyi anlatmış. Kuş başını sallamış ve demiş ki: “Köprünün altındaki mağarada bir ayna var. Ama onu görmek için kalbinin içini açmalısın.”
Keloğlan ellerini açmış, dua etmiş. Sonra yavaşça köprünün altına inmiş. Gözleri karanlığa alışınca, bir taşın üzerinde parlayan bir ayna görmüş. Aynaya bakınca kendi yüzünü değil, yaptığı iyilikleri ve annesinin duasını görmüş.
Ayna parlamış ve Keloğlan’ın eline oturmuş. “İlk nesne artık senin,” demiş kuş.
Yoluna devam eden Keloğlan, bir çöle varmış. Göz alabildiğine kum… Ortada ne ağaç varmış ne gölge. Güneş yakarken Keloğlan başını eğmiş: “Sabretmeyi de öğrenmeliymiş insan.”
Tam o sırada bir çocuk ağlaması duymuş. Sesin geldiği yöne koşmuş. Kumların arasında bir çocuk değil, bir kaplumbağa varmış. Ayağı bir dikenle delinmiş.
Keloğlan hemen dikenini çıkarmış, biraz su vermiş. Kaplumbağa, minnetle gözlerini kırpmış. “Sen kalbiyle duyanlardansın,” demiş. “Duyan Kalp Taşı tam burada.”
Ve kumların arasından mavi ışıklı bir taş çıkmış. Taşı eline aldığında, Keloğlan çevresindeki tüm sesleri duymaya başlamış: rüzgârın fısıltısı, karıncanın duası, gökteki bulutun yumuşak homurtusu…
Ama en önemlisi, taş Keloğlan’a kendi vicdanının sesini duyurmuş. “Doğru yoldasın,” demiş içindeki ses.
Keloğlan ve Üç Sihirli Nesne
Üçüncü nesne için yola devam ederken, bir dağın tepesine ulaşmış. Orada rüzgâr güçlü esiyor, ağaçlar eğilip bükülüyormuş. Ama dağın zirvesinde tek bir ağaç dimdik duruyormuş.
Ağacın dallarında beyaz bir tüy varmış. Tüy, rüzgârla birlikte hafifçe titriyormuş. Ama ne zaman Keloğlan ona yaklaşsa, uçup başka dala konuyormuş.
Keloğlan durmuş, derin bir nefes almış ve fısıldamış: “Ey tüy, ben seni almak için değil, anlamak için geldim.”
Tüy bir anda yavaşlamış. “Beni ancak dinlemeye gelen alabilir,” demiş. “Çünkü rüzgâr konuşur ama herkes duymaz.”
Tüy Keloğlan’ın avucuna inmiş. O anda rüzgâr susmuş. Sanki dağ bile sessizleşmiş.
Keloğlan üç nesneyle vadiye geri döndüğünde, her yer hâlâ kurak ve sessizmiş. Yaşlı koruyucu onu bekliyormuş.
Keloğlan aynayı vadiye çevirmiş. Ayna ışık saçmış, kuru ağaçların gövdeleri canlanmış. Kalp taşını toprağa gömmüş. Toprak derin bir iç çekişle çiçekler fışkırtmış. Son olarak tüyü havaya bırakmış. Rüzgâr yeniden esmiş ve kuşlar şarkı söylemeye başlamış.
Vadinin rengi geri dönmüş. İnsanlar vadiye akın etmiş, bereket yeniden gelmiş.
Koruyucu Keloğlan’a sormuş: “Dile benden ne dilersen?”
Keloğlan gülümsemiş. “Ben üç nesneden çok daha fazlasını kazandım: Gören göz, duyan kalp ve konuşan gönül. Bunlar yanımda oldukça dileğim kalmaz.”
Köyüne döndüğünde annesi onu kapıda karşılamış. Gözyaşları içinde sarılmış. “Yavrum,” demiş, “sen nesne ararken aslında kendini bulmuşsun.”
Gökten üç elma düşmüş: biri kalbiyle görenlere, biri sözüyle rüzgâr estirenlere, biri de iyiliği seçenlere…
Benzer İçerikler
Yorum Yapabilirsiniz
Daha Önce Yapılan Yorumlar
Hoşgeldiniz - Tüm Hakları Saklıdır
...