admin 22.04.2025 - 14:41
10 okunmaBir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yoksulluğu bolluk, suskunluğu bilgelik sayan bir köyde Keloğlan adında akıllı mı akıllı bir delikanlı yaşarmış. Saçı yokmuş ama aklı herkesten çokmuş. Gönlüyle konuşur, gönülden geleni duyar, en karmaşık meseleleri basit bir iyilikle çözüverirmiş.
Table of Contents
ToggleAnnesiyle birlikte sade bir hayat yaşar, tarlasını eker, hayvanlarına bakar, geceleri yıldızlara bakarak hikmet ararmış. Bir gün, köy meydanında bir söylenti yayılmış. “Dağın arkasındaki vadide, her soruyu bilen, doğruyu yanlıştan ayıran bir bilge kadın yaşıyormuş,” demiş biri. “Ama kimse onun karşısında bir soruya cevap verememiş.”
Kimi korkmuş, kimi merak etmiş. Ama Keloğlan’ın içinde bir ışık yanmış. “Eğer o bilge kadının bilgeliği varsa, belki bende de soracak sorular vardır,” demiş kendi kendine. Annesinin elini öpmüş, yanına biraz çörek, su ve yıpranmış defterini alarak yola koyulmuş.
Keloğlan günlerce yürümüş. Dağları, dereleri aşmış, sonunda sislerin içinde kaybolan küçük bir eve varmış. Evin kapısı aralıymış. İçeriden bir ocak tütüyor, kuş sesleri yankılanıyormuş.
Kapıyı üç kez çalmış. Karşısına beyaz saçlı, yüzünde binlerce çizgi ama gözlerinde pırıl pırıl bir ışık olan bir kadın çıkmış.
“Hoş geldin evlat,” demiş kadın. “Biliyorum, neden geldiğini. Herkes cevap almaya gelir, ama sen sorunun kendisini getirmişsin.”
Keloğlan başını eğmiş. “Ben doğruyu öğrenmeye geldim. Bazen iyilik yaparken bile şaşırıyorum. Hangisi doğrudur, hangisi fazladır, karıştırıyorum.”
Bilge kadın onu içeri almış. Önce birlikte sessizce çay içmişler. Sonra kadın demiş ki: “İlk öğrenmen gereken, söz söylemeden önce sessizliğin dilini bilmektir.”
Keloğlan anlamamış. Kadın onu evin arka tarafındaki bahçeye götürmüş. Bir taşın üstüne oturmuşlar. Hiç konuşmadan yarım saat gökyüzüne, kuşlara, ağaçlara bakmışlar.
Sonra kadın yavaşça sormuş: “Ne öğrendin?”
Keloğlan gözlerini kısıp cevap vermiş: “Ağaç susuyor ama büyüyor. Kuş ötmeden kanat çırpıyor. Doğru, söz değil niyetle başlıyormuş.”
Kadın gülümsemiş. “İlk dersi geçtin. Sessizlik seni yönlendirebilir.”
A warm 3D animated village square at sunrise. Keloğlan, artık gözleri parlayan ve biraz daha olgunlaşmış bir genç gibi bilge kadına eğilerek teşekkür eder. Bilge kadın gülümser, elini başına koyar ve yavaşça uzaklaşır, ardında kelebekler ve yumuşak bir melodi bırakır. Pixar-style animasyonla duygusal kapanış, yüz ifadelerinde derinlik ve Anadolu’nun sabah ışığıyla aydınlanan umutlu bir final sunulur.
Ertesi sabah kadın, Keloğlan’a eski bir sepet vermiş. “Bunu al, vadideki üç evi ziyaret et. Ama gözlerinle değil, kalbinle görerek dön.”
Keloğlan önce yoksul bir çobanın evine gitmiş. Adam ekmeğini bölüp onunla paylaşmış. Evin döşemesi kırık, penceresi çatlakmış. Ama çobanın gözlerinde huzur varmış.
İkinci ev, zengin bir tüccarındı. Ev pırıl pırıl, tabaklar altın yaldızlıydı. Ama evde sessizlik değil, gerginlik hâkimmiş.
Üçüncü evde yaşlı bir kadın yalnız başına yaşıyormuş. Ona bir tas çorba ikram etmiş. Çorbayı içtikten sonra kadın “Yanında oturduğun biri seni doyurur, ama yanında sustuğun biri seni anlar,” demiş.
Keloğlan dönüp bilge kadının yanına geldiğinde sepette hiçbir şey yokmuş ama gözleri dolu doluymuş.
“Anladım,” demiş. “Zenginlik gözle görülmez. Huzurla, kalple fark edilir.”
Bilge kadın bu kez küçük bir kese altın vermiş. “Köye dön ve bu altınlarla bir iyilik yap. Ama kimseye adını söyleme, karşılık bekleme.”
Keloğlan köye dönmüş. Annesine bir şey belli etmeden yaşlı komşunun çatısını onartmış, okula kitap almış, küçük çocuklara yeni çoraplar bırakmış.
Kimi teşekkür edememiş, kimi kimin yaptığını anlayamamış. Ama herkesin yüzü gülmüş.
Keloğlan tekrar vadinin yolunu tutmuş. Bilge kadın onu uzaktan görünce ellerini açmış. “Geldin ama bu sefer yanıtla değil, soruyla mı?”
Keloğlan başını eğmiş. “Şunu sormak isterim: İnsan iyiliği neden yapar? Karşılık için değilse, neden içi huzurla dolar?”
Kadın gülümsemiş. “Çünkü iyilik, insanın yaratılışında vardır. O doğallık içinde yapılınca insan kendine döner.”
A warm 3D animated village square at sunrise. Keloğlan, artık gözleri parlayan ve biraz daha olgunlaşmış bir genç gibi bilge kadına eğilerek teşekkür eder. Bilge kadın gülümser, elini başına koyar ve yavaşça uzaklaşır, ardında kelebekler ve yumuşak bir melodi bırakır. Pixar-style animasyonla duygusal kapanış, yüz ifadelerinde derinlik ve Anadolu’nun sabah ışığıyla aydınlanan umutlu bir final sunulur.
Bilge kadın, Keloğlan’a küçük bir taş vermiş. “Bu taş sihirli değil ama hatırlatıcı. Elinle taşırsan yük olur, kalbinle taşırsan ışık.”
Keloğlan taşı cebine koymuş, ama her gece onu avcunda tutup düşünür olmuş.
Köyüne döndüğünde artık daha az konuşur, daha çok dinlermiş. Yardım ederken adını anmaz, ama her iyiliği tebessümle yaparmış.
Köylüler sorunca şöyle dermiş: “Bir bilge kadın bana dostluğun, sessizliğin ve içten gelen iyiliğin yolunu gösterdi. Asıl bilgi, kendini tanımakta.”
Gökten üç elma düşmüş: biri sessizce anlayana, biri görünmeyeni fark edene, biri de iyiliği karşılıksız yapanlara…
Benzer İçerikler
Yorum Yapabilirsiniz
Daha Önce Yapılan Yorumlar
Hoşgeldiniz - Tüm Hakları Saklıdır
...